24 Ekim 2011 Pazartesi

Van'ın Soğuğu

                    Ekranlar üzerinden tanıdığımız insanların, ekranların yansıtmadığı hâlleri üzerine düşünmek sanırım bizi insanlığa yaklaştıracak tavırlardandır. Bir darağacında sallanan devrik bir liderin aynı zamanda küçük bir çocuğun dedesi, belki hala kendisine aşık bir eşin kocası olduğu düşüncesi, kafaları bir parça karıştırsa da, olaylara bakışımızı insanileşmeye yaklaştıracak bir perspektiftir.

                    Bu, şüphesiz olaylar, şehirler veya ülkeler için de geçerlidir. Afrika'yı; açlık sorunuyla karşı karşıya olan topyekün bir coğrafya olarak düşünmek yerine, bir akbabanın başında ölümünü beklediği çocuk fotoğrafının anlattığı Afrika daha iç acıtıcı olsa da, daha gerçektir. Çünkü o Afrika'yı bizim yapmışızdır, Afrika'yı bir isim olmaktan çıkarıp, özümsemişizdir.

                    Bundan 4 sene önce, 2007 yazının sonlarına doğru, Vanlı bir arkadaşımın daveti üzerine Van'ı görme fırsatı bulmuştum. Ve orada geçirdiğim 10 gün zarfında, karşılaştığım bir tek sahne hiç gözümün önünde gitmedi. Benim Van'ım, o fotoğraf etkisinde oluştu.

                    Saat gece yarısı civarı... Arkadaş grubumuzla birlikte, oturduğumuz bir mekândan kalkıp, misafir olduğumuz eve gitmek üzere Van'ın en büyük caddesinde yürüyoruz. Mevsim yaz olmasına rağmen, esintiyle birlikte üşüten bir soğuk var havada. Bunu, bir an önce eve ulaşabilmek adına hızlı hızlı atılan adımlardan da anlayabilirsiniz.

                     Sonra o sahne... Kaldırımın genişlediği bir bölümde, bir dükkânın önünde yana doğru yığılmış uyuklayan küçücük bir beden... 6-7 yaşlarında bir erkek çocuğu... Soğuğun etkisiyle hafifçe titriyor. Önünde bir tartı var. Bu çocuk, başkalarının ağırlıklarını ölçerek, körpe omuzlarına binen ağır yükleri kaldırmaya çalışan tartıcı çocuklardan.

                     Karşılaştığımız manzaranı dehşeti içerisinde çocuğu uyandırıyoruz. Uykunun mahmurluğu bir taraftan, titreme bir taraftan...

                      - Bu saatte neden buradasın canım?
                      - Annem bana "5 milyon kazanmadan eve dönme." dedi. Kazanamadım, dönemiyorum.

                     Herkesin bir Van'ı var. Herkesin bir Somali'si, Filistin'i, İstanbul'u olduğu gibi, çeşitli imgelerle oluşturduğu. Benim Van'ım; kahrolası bir kâğıt parçasına sahip olamadığı için, çocukça bir korkuyla, ve belki çocukça bir gururla, eve dönemeyen o çocuğun yaşadığı şehir.

                     Biliyorum ki; o çocuğa kıyabilecek kadar gaddarlık, soğuk beton parçalarından dahi beklenmez. Biliyorum ki; bugün, yarın ve takip eden günlerde, o çocuk Van'ın soğuğunda üşüyor olacak. Tıpkı 4 sene evvel olduğu gibi. 5 milyon kazanamadığı için... Çocukça bir korkuyla, ve belki çocukça bir gururla...

                      Ben o çocuğu gördüm göreli, umut; o çocuğun ve hiçbir çocuğun üşümediği, o annenin ve hiçbir annenin ufacık yavrularının getireceği 5 milyona lanet okunası bir çaresizlik içinde muhtaç olmadığı bir Van, bir Türkiye, bir dünya...

                       Ve bugünlerde umut; İstanbul'dan, Ankara'dan, İzmir'den öpücüklere boğup, gönlümüzdeki derin muhabbetle ısıtıp yolladığımız battaniyelerden birinin, o çocuğun üzerine konuluvermesi...

                       Dayan çocuk; yetiştik. Dayan Van; yetiştik!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder